Bi'şey mi bakmıştın? (blog içi arama)

8 Aralık 2009 Salı

Ders içi şaklabanlıkları - 1

...belki de şimdiye kadarki en saçma ve anlamsız yazıma hoşgeldiniz...

Hayat çok garip. Sahip olduğunuz şeyleri bir anda kaybedebiliyor veya sahip olmak istediklerinizi bir anda elde edebiliyorsunuz. Ve nedendir bilinmez, birşeyin değerini anlamak için ya onu kaybetmeniz, ya da bir benzerini kaybetmiş olmanız gerekiyor.

Hayat çok uzun, özellikle 19 yaşındaysanız. Yaşlandıkça kısaldığından, yaşlıların hayat çok kısa demesi normal. Ancak benim için hala uzun. Bitirmem gereken bir üniversite, açmam gereken bir hastane, gitmem gereken bir askerlik... Yapmam gereken birçok şey var.

Dersi dinlemem gerekirken oturmuş bunları yazıyorum. Neden mi? Bilmiyorum. Sadece, yazmayı seviyorum deyip geçelim bu soruyu.

Bu arada, sanırım deliriyorum. Kapşonumla konuşmaya başladım.

Ah, ders bitti, görüşürüz sevgili blogum ^^

28 Kasım 2009 Cumartesi

Kafamdan geçenler - 2

Çok melankolik bir ruh hâlindeyim yine, nedense bu tarz durumlarda yazmak geliyor içimden. Belki de rahatlıyorum bu şekilde, kendimin dışavurumu...

Kulağımda kulaklıklarım, "Katil olmak için güzel bir gün" parçasını dinliyorum Pit10'un. Moralimi iyice al-üst ettiğini bile bile dinlemek zevk veriyor aslına bakarsanız..

"Bu gün hergünden karanlık aç gözü bak bide yağmur var "

Bilemiyorum, düşünmem gereken onca şey varken nasıl moralimi bozabiliyorum.. Zaman bile beni terketmişken, yanımdaki, en yakınımdaki dostuma bile sırtımı dönemezken nasıl düşünebilirim ki? Hayat bana da hepinize vurduğu gibi vurdu belki de, tek bir farkla...

"İçlere kasvet çöktü ve gitmedi bitmedi bedenime taaruzlar"

Derin yaralar zor kapanır, hatta izler bırakır bazıları.. Aldığım yaralar hep izler bıraktı, belki de budur bendeki fark.. Belki de budur beni farklı kılan... Belki de budur neşeli olmaya çalışmamın sebebi... Belki de budur yaptığım esprilerin hep sama sapan olması.. Belki de bu yüzdendir o kızla bugün görüşmeme rağmen konuşamamam.. Belki de bu yüzdendir, sana güvenememem...


Elde kabza parmaklarda tetik var er geç katil olmak için güzel bir gün peki ya sence?


Yazımı noktalamak istiyorum, pek bir şey yazmadım belki de.. Kendimi rahatlatmak istedim kendimi, amacım buydu.. Kendimle konuşur gibi.. Evet, kendime bile güvenemiyorum artık. Ne yapacağımı şaşırmış durumdayım..

Şimdiye kadar hep dik durdum, hep iyi gösterdim kendimi... Bu blogu okuyan kaç kişi var bilmiyorum, ama onlara söylemek istediğim bir şey var: Yanınızdaki kişilerin kıymetini bilin...





"Burası gunah sehri kanatsız melekler alevden yataklar

Kimle sikistigini siklemem ozunde bir beden
Gozuyle ruhu bende kaltak tek sozumle silkelen
Aklı bende fahişe sattı bedeni fahişe
Duymadınki daha bişey sen geç vakitte kalk işe
Bırak yakamı fahişe yoksa donucem katile
Priz sende tak fişe unutturacak kaç şiişe
Pit 10 gene yakar fişek daha baslamadım tahrişe
Kaçsan dahi parise gomuleceksin tarihe
Yolladıgın o varllık bakarsa dolaba kitlerim
Dugumledigin ipleri yatagına dolamak isterim
Ben izlerim ve gizlerim bu hislerim titiz degil
Gidin dedim bitirmedin ve dustu payına kilimlerin
A sıkkı gelirdin asıktın degildin b sıkkı benimdin pek sıktın gelirdin
C sıkkı delirdin ve tılsım belirdi d sıkkı degistin ama hep kıldın beyinsiz

Bu gun hergunden karanlık ac gozu bak bide yagmur var
İçlere kasvet coktu ve gitmedi bitmedi bedenime taaruzlar
Elde kabza parmaklarda tetik var er geç katil olmak için guzel bir gun peki ya sence

İstedigim huzuru bana ver yoksa alırım silahmı
İnanki cok zor degil bu karar verillir bi anlık
Evini bilirim ezbere gelirsem gorulur kim haklı
Gecirdigimiz gunler bitti bunu defterden sil artık
Kıcına tekmeyi koydugumda rahatlıcam inandım
Bunu yaptım ama gitmedi nalet beynimde bir agrı
Biraz buyu biraz buyu yapma bana ve yakamı bırakıp
Biraz yuru biran burur gozumu hirs ve silah kucuk
Kafamdayken gulermisin dusundugumden ciddiyim
Engellemesem kendimi sen bu dunyadan gittiydin
Dun gece bir kabus gordum nedensiz bir seytandım
Titriyordum ama seni cok eglendirdi mezarlık
Uyandıgımda ter içinde kinim arttı her nefeste
Yanımda yoktu kimse nerde dostlar nerde destek
Elim yakanda kısa bir suredir pesindeyim
Ayaklarıma canlı bedenin veya leşin gelir

Bu gun hergunden karanlık ac gozu bak bide yagmur var
İçlere kasvet coktu ve gitmedi bitmedi bedenime taaruzlar
Elde kabza parmaklarda tetik var er geç katil olmak için guzel bir gun peki ya sence"

31 Ekim 2009 Cumartesi

Kafamdan geçenler - 1

Andi Warhol “herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak” derken neyi kastediyordu acaba. Çok merak ettim bir an için.

Bu yazıda mutluluklar saçan sevgi cümleleri beklemeyin, neşeli şarkılar yok bu yazıda. Size sevgiden bahsetmeyeceğim. Size dünyanın güzelliklerinden, arıların aslında onların canını yakmazsanız sizi kesinlikle sokmayacağından, akşamüstü güneş batarken ayın çıkacağından bahsetmeyeceğim. Size ayın da batacağını, dünyanın kötülüklerle dolu olduğunu, arıların zehirli olduğunu anlatacağım. Gece yatarken size gece lambası olmayacak bu yazı. Karanlıkta arkanıza baktığınızda ve korktuğunuzda sarılacağınız bir telefon önermiyorum size. Size doğruları öneriyorum, şuursuz aşk sözcükleri değil…

Meşhur olmak ulusal bir kanala çıkıp odak noktası olmak mıdır, yoksa üç kişiden fazlasının bilmemesine rağmen büyük bir kahramanlık yapmış olmak mı? Bence ikisinin de bir anlamı yok. Fütursuzca atıp tutan haber kanallarından birinde adınızın geçmesi neyi değiştirir ki? Ya da külçe külçe altınlarınızın olması? Bir kişiyi ölümden kurtardığınızda ne olur peki? Hiç düşündünüz mü? Dünya daha güzel bir yer haline mi gelir, yoksa herkes hayatına devam mı eder… İki kişiyi ölümden kurtardım –saçmalamayın, övmüyorum kendimi, övseydim size kahraman olduğumu söylerdim- ama elime ne geçti? Bir tanesi ben aramadıkça halimi bile sormuyor, diğeri ise bir arkadaşım. Unutmayın, arkadaşlıklar karşılıklı menfaatler sürdükçe vardır! Bir kişinin sizin yanınızda mutlu olması bile bir menfaattir. Yanında mutlu bile olamadığınız biriyle neden arkadaş kalasınız başka bir menfaatiniz yoksa?

Kendimi bildim bileli, bir şeyler dayatıyorlar; bana ve geri kalan herkese. Herkes bir şeyler biliyor, herkes diğerlerinden iyi düşünüyor ve diğerlerinden iyi çözümlüyor olayları. Hayır! Ben yapmıyorum demeyin sakın… Siz de yapıyorsunuz bunları. Günümüz dünyası o kadar “geniş” olmaya başladı ki; insanlar yanlış düşünenlerin peşinde davul çalmaya başladılar ve doğru olanları kendilerini yavaşlatan prangalar olarak gördüler ayak bileklerinde. Dokuz köyden kovdular insanları tabiri caizse…

Doğru olan zordur, bu zorluğa yenik düşmeye başladık. Kime güveneceğimizi bilmediğimiz ve çoğunlukla da kalemize darbeyi vezirlerimizden yediğimiz bu dünyada hayal kahramanları yok artık, bırakın bu saçmalıkları…

Amcamın yegâne kuralıdır “AKG”… Asla... Kimseye… Güvenme… Ve kötü olan ne biliyor musunuz? Gerçekten yıkılmaması gereken –belki de tek- kural bu benim için. Babana bile güvenme sözünü hatırlar mısınız? Ne kadar doğru bir sözdür bu… Tamam, kabul, gerekirse bizim için canını ortaya koyabilir. Gerekirse yemez, yedirir. İçmez, içirir. Doğru olan bu. Çıkıp biri desin ki –istisnalar kaideyi bozmaz- hayır, yanlış bu? Ama her zaman yanımızda olmayacaklar. Bu da bir gerçek. Hem de en zorlarından.

Şu anda otobüs bekliyorum otogarda ve kimse yok yanımda. Tek ulaşabildiklerim telefon rehberimdekiler. Ve ellerim kutuplardan bir parça gibi geliyor adeta. Hayal kuruyorum ama hayallerimde iki insan var sadece. Birisi bu dünyada karşılıksız sevdiğim tek insan olan kuzenim ve diğeri de henüz açılamadığım güzel kız. Açılmayı düşünmüyorum, onu sevdiğimi hissetsin yeter. Korkuyorum aslına bakarsanız onun da saflıktan nasibini almamış ve bir çay bardağına düşen ölü bir sinek gibi midemi bulandıran bu dünyadaki diğer insanlardan olduğunu öğrenmekten.

Düşüncesi bile ürpertiyor…

Not: Burada “hayallerimde iki insan var sadece” ve “karşılıksız sevdiğim” tümcelerinden sakın ailemi v.s sevmediğimi çıkarmayın! Babamı babam olduğu için, annemi annem olduğu için, amcamı amcam olduğu için… Bana öğrettikleri şeyler için… Ve hiç birinin haklarını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim için seviyorum.

Not 2: Özge, çok teşekkür ederim.

Kendime hatırlatma: Neden hep öbür taraftaki yere bagaj, araç egsozunun ısısı

10 Ekim 2009 Cumartesi

Ankara - İstanbul Yolculuğu

4 Ekim pazar günü -artık akıllanmış olduğumdan metro turizmi es geçerek- bilet almak için aştide(1) ilerlemeye başladım. Derken pamukkaleden aldık biletimi.

Şunu söylemeliyim ki pamukkale gerçekten iyi bir firma. 2+1 otobüsleri özellikle -bence- on numara otobüsler. internetten tutun çeşit çeşit filmler, müzikler, televizyon kanalları... Üstelik hepsi kişiye özel ekranlardan izlenebiliyor.

Hostesler(2) zaten ayrı bir ilgililer.

Unutmadan, mola yerlerini anlatamam bile. tek bir sıkıntısı vardı mola yerlerinin, dışarıda yeterli sandalyesi yoktu. Dışarıda derken, açık alanda demek istiyorum. Eğer bunu dert ederseniz, eksi olarak kabul edebilirsiniz.

Söyleyecek fazla söz yok, seyahat için pamukkaleyi tercih edebilirsiniz.

------------

(1)AŞTİ: Ankara Şehirlerarası Terminal işletmesi olsa gerek
(2)İki hostes vardı

İstanbul-Ankara yolculuğu

2 Ekim Cuma günü metro turizm ile Ankaraya geçtim İstanbuldan. Öncelikle, kalkış saati 21.00 olan otobüsün 21.45 civarı bir saatte gelmesi gerçekten dumur etti beni. Aracın arıza yapmış olma, seferin iptal olma olasılığı bir hayli korkuttu beni. Niye derseniz, Bu sabah direksiyon sınavım vardı.

Gelelim aracın kalitesine, dışarıdan gayet güzel gözüküyordu, koltukları v.s rahattı ancak deprem oluyormuş hissi veren sarsıntılar yaşatıyordu yol boyunca. Hostes, güleryüzlü bir bayandı. Açıkçası ondan yana bir şikayetim yok.

Mola yerlerine gelirsek, şimdiye kadarki ikinci metro turizmi kullanışım bu. Ne yazık ki metro turizm mola konusunda da sınıfta kaldı benim açımdan. Nedenini sorarsanız -ki sormasanız da anlatacağım- yemekleri gerçekten kötüydü. Otobüsün kalkacağını hoparlörlerden haber veriyorlar ya hani? Eğer adamın ne dediğini anlayabilirseniz gerçekten yararlı bir durum. Eğer boğuk, cızırtılı hoparlörlerle yaşamıyorsanız işiniz zor. Hee, bu da yetmiyormuş gibi otobüsümüzün kalkacağı da bildirilmedi -evet boğuk hoparlörlerle yaşıyorum- ve dört kişiyi sağda solda aradık resmen.

Otobüse geri dönersek; teknoloji falan diyoruz ya? hani otobüslerde internet kullanımı v.s olaylarına giriliyor? Hadi inteneti geçtim, hala telefon açtırmıyorlar. Bu bir eksi midir? duruma göre değişir.

Şimdi artı ve eksileri yazalım mı? otobüs koltukları rahat, garson güleryüzlü.. Bunlar artıları. Eksilere gelirsek; Otobüs gecikti -5-10 dakika değil 45 dakika bekledim-, otobüs rahat değildi, Mola yerindeki yemekler kötüydü, araçların kalkacağını doğru düzgün anlayamıyordunuz, telefpn ve internet yok.

Sonuç olarak metro sınıfta kaldı -benim için-.

Not: Sınavım gayet iyi geçti bu arada, 90 aldım.

Cesim Adıgüzel, Arzu Adıgüzel, Ersin Adıgüzel, Beşir Demir 'e özel teşekkürlerimi sunuyorum =]

9 Temmuz 2009 Perşembe

Kayıp - 2

Bir önceki yazımı okudum da, güzel bir noktaya değinmişim sanırım. Birşeylerin değerini kaybettiğimiz zaman anlıyoruz..

Ama buna bir ekleme de yapmak lazım, bazen de bazı şeylere gereğinden fazla değer veriyoruz. Ve bunu zamanında farkedemiyoruz çoğu zaman. Zaten neyi zamanında yapabiliyoruz ki? bu da ayrı bir tartışma konusu...

Düzeltme yapıyorum yazıma, burayı okumanı istemiyorum..


Bugün yanımda olan herkese sonsuz minnet ve teşekkürlerimi sunarım.. Bora abi, part, B.A.B.O.L.İ. , dj_maho, ikiz, Remzi abi, elif, grom_hellscream_warchief, AldaR!oN... unuttuklarım varsa özür dilerim... Hee bir de çiko ve 10 yavrusu var...

7 Mayıs 2009 Perşembe

Kayıp

Aslında arayı bu kadar soğutmak istemem, ama işlerim oluyor. Yazamıyorum bir türlü. Tamam, fazla işim yok ama yazasım yoktu bir süredir. "Yazasım"...

Geçen Yasemin'le konuşurken sohbet birden cepte para bulunca sevinmek mevzusuna geldi. Gerçekten garip bir olaydır bu. Çünkü cepteki para zaten daha önce kaybettiğin para değil mi ki?

Aslında düşününce, asıl sevinmemiz gereken şey para bulmak değil, zaten bizde olanı kaybetmemiş olmak olmalı gibi geliyor bana... Birçok konuda böyle değil mi zaten? Elimizdekinin kıymetini bilmiyoruz, kaybediyoruz, geri dönünce seviniyoruz, sonra yine kıymetini bilmiyoruz..

Zenci olmak zor zanaat, her sabah şampanya ve havyarla kahvaltı yapmak sıkıyor..

B.A.B.O.L.İ ye sevgiler saygılar =]

21 Mart 2009 Cumartesi

İyi ki doğdun Snip!



Sağda resmi görülen şahıs doğum günü çocuğudur. Görüldüğü yerde öpülmesi, nice yıllara denmesi ve hediye verilmesi rica olunur.


Snip, 21 Mart 1988 doğumlu bir şahıstır. Doğum günü yaklaştıkça herkes gibi heycanlanmaya başlamıştır, arkadaşlarının ağzını yoklar ama arkadaşları doğum gününü hatırlamaz, hatırlamamakla kalmazlar, o gün çoğunun bir işi vardır. Gabby klinikte önemli bir ameliyat için heycanlıdır ve kaçırmak istemez, öyQ nun göz doktorunda (CUMARTESİ GÜNÜ) randevusu vardır, Ozan hayvan barınağına yardım gecesine gidecektir, Serap evinin uzak olduğunu bahane eder, MT ev sahibiyle işinin çıktığını söyler falan filan..

Birkaç arkadaşı ise Snip'in yanlızlığını paylaşır, "bari gidip oturalım biryerlerde" tarzı söylemleriyle alıp Fatih Obasına götürürler. İçeri girerler, içeridekileri görünce Snip'in ruh halini anlatmaya gerek yoktur umarım.

Peki bu ana kadar ne gibi olaylar geçti? Açıklıyorum Snip, iyi oku =]

Defalarca yalan söyledik sana, bu yalanların neler olduğunu biliyorsun, kendimizi burada teşhir etmek istemiyorum =P

Bunun dışında, defalarca yer, organizasyon v.s değişikliği yaptık. O kadar çok kafa patlattık ki; neredeyse 100 adet -abarttım biraz, kabul- doğum günü düzenleyecek kadar fikri bir araya topladık.

Sen daha bizim ağzımızı aramadan bir hafta öncesine kadar plan yapmaya başlamıştık bu arada, bunu da belirtelim..

Pasta zaten ayrı bir dert oldu, üstüne yazılan yazıdan taşınmasına kadar...

Mekandaki ayarlamaları yaparken -diğerlerini bilmiyorum- kalbim küt küt atıyordu acaba anladı mı? acaba nasıl olacak bir sürü fasa fiso işte..

Sanırım bi süprizi bu kadar öven başka bir insan daha yoktur, biliyorum(z) ki sen bunlardan daha daha fazlasına değersin, ama idare et işte. Elimizden bu geldi.. Bu yazıyı daha güzel bi kafa ile -güzel derken dinç anlamında- yazmak isterdim ama kafam bulanık biraz. Seni seviyoruz, kıymetini bil =]

Nice yıllara snip, İyi ki doğmushun be yha! =]

Yazı hakkında yorum yapmak için buraya tıklayın lütfen

19 Mart 2009 Perşembe

Bilmiyorsan bu b*ku...

Bu tavla denen şey ne mene birşeydir... Sınıfta bile bırakıyor insanı. Teeee geçen dönem tavla turnuvası vardı bizim fakültede. İlk turda Patoloji asistanı ile oynadık, 2 mars 1 düz yendim kendisini. "Şansa bala yendin" diyenlere de aynen şunu söyledim "yendim mi? yendim.."

Geri ikinci turda tak diye elendim o da ayrı bir mevzu. Allah'tan bu sefer yanımızda kimse yoktu, sadece hakem vardı =]

Eskilere dönersek; abimden, Gökhan Adıgüzel'den, öğrendim ben ilk tavlayı. O gün tek el oynamıştık ve tahmin edin ne oldu? mars... Acemi şansı işte. Daha sonraları babamla oynadık baya bir süre. Hiç yenemedim kendisini, hala da yenemem. Sonra kuzenimle, Ersin Adıgüzel ile de oynadım. Bir akşam oturduk kuzenle, tavla oynuyoruz. Yenildim tabii. Ertesi gece de açtık, "abi gel oynayalım" falan dedim. Oturduk oynuyoruz, bir el iki el derken yendim. Ama nasıl yenmek, şok oldu resmen karşımda. "Ulan sen bütün gece yatmadın da tavla mı çalıştın it" demez mi? Orda koptum zaten..

Ne demiş atalarımız? Bilmiyorsan bu b*ku, git mektebini oku..




kaptanın seyir defterine not

Recep ivedik 2 berbattı, death race güzeldi, watchmen uzundu, güneşi gördüm ayol havasındaydı. Bu haftaki sinema bültenimiz de böyle son buluyor. (başka bişey yazıcaktım ama unuttum, aklıma ilk gelen şeyi yazdım)

12 Mart 2009 Perşembe

Okul anılarım -1

Evet, uzuuuuuuuuuuun zaman önce başlamam gereken yazı dizisine bugün başlıyorum. Zaman zaman iğrenç, zaman zaman yaran olaylarla, gündeme ışık tutarak, bazen de havadan sudan bahsederek dolduracağım bir kısımdır burası.

Teeee yıllar önceden bahsetmek ister gönül, ama yaz yaz bitmez ki?!? o yüzden bundan sonra gerçekleşen olayları yazacağım..




Kaptanın seyir defterine not..

Dün (veya geçen gün, zira burada zaman çok hızlı akıyor) anatomi labaratuarındayız. İsmini vermek istemiyorum, ama Seda arkadaşım, Rıfat hocamız dil anatomisini anlatırken bizi yaran şu cümleyi kurmuştur:

-Hocam, annem bu inek dilinin arka kısmını işkembeyi temizlemek için kullanıyo (grupta biraz kopuş ve gülüş) böyle tertemiz yapıyo (kopmada azbuçuk artış) ben yemiyorum ama, sevmiyorum (Hoca da gruba katılır)

Burada şöyle bir durum var, Seda arkadaşımın anlattığı hede gerçekten de olabilitesi yüksek, %99,99999 lara varan ihtimalle yapılabilecek bir şeydir. Peki grup neden gülmüştür? Açıklayayım..

Üniversite öğrencilerinde (aslında tüm öğrencilerde) her b*ka gülme potansiyeli vardır. Eee, işkembede ne var? Hayır, bi b*k yok, ot falan var, bilemediniz.. Ama ne olacak o otlar? Falan filandan sonra b*k olacak. Baytar milleti sonuçta, kurabiliyor bu bağlantıyı..

Ozan Aydıner'e özel selamlarımı yolluyorum bu arada, seviyoruz seni ozan (ailecek)



Kocaman not: Bu yazı dizisinde yazacaklarıma LÜTFEN kimse alınmasın, abartılar olabilir, olacaktır. ama bunlar şunlar abartıdır, burdan dolayı özür dilerim demeyeceğim, rahatsız olunan yerler var ise (elimden geldiğince yapmamaya çalışacağım böyle bir hatayı) bana bildirin, anında fotoşop uygulayayım yazıya.

3 Mart 2009 Salı

Bim

Reklam yapmış gibi olacağım fakat bu yazımda BİM denbahsetmek istiyorum. Umarım yadırgamazsınız.. Yadırgamayın lan beni..

Bim çok güzel, çok ucuz ya hani, içeri girince şöyle bir şey oluyor; Herşey ucuz olduğundan herşeye saldırmaya başlıyorsunuz, dolayısı ile 5 liralık harcama yapacakken bir bakıyorsunuz 15 liralık harcama yapmışsınız. Aslında günümüz marketlerinin stratejisi de bu değil mi? Neyse, konu dışına çıkmayalım...

Bugünden bahsedeyim, bugün cebimde 4 küsür lira vardı (evet, cebimdeki parayı bilmiyorum. Öyle bi tipim ben) içeri girdim bimden, "lan şunu mu alsam bunu mu alsam" demekten hiçbirşey alamaz oldum, bi şoklara girdim. Köfte alsam içeceğe para kalmıyor, içecek alsam başka bişey alamıyorum derken bi baktım elimde 10lu çakma Halley, bir de 1,5 litrelik mandalina aromalı gazlı içecek! Neyse, kasaya gittim bi baktım sağ tarafımda -pardon sol- sol tarafımda böyle çukulatalar falan var. Dayanamadım bir de milka 3tat aldım -kardeşime aldım, kendime değil- girdim kasaya, hesap 2,95 lira tutmuş. Lan bi de Neskuyik çukulata alayım dedim hesap oldu 3,55. Eve giderken cebimde 1 küsür lira kalmıştı.

Demem o ki, cebinizde limitli bir para varsa BİM ve diğer birçok market harbi harbi çok güzel şeyler. Kullanın, kullandırtın..

5 Şubat 2009 Perşembe

Zaman nedir, neden önemlidir?

Az önce bir arkadaşımın fotoğrafına şöyle bir not düştüm, "bu fotoğrafın altındaki yorumları okumaya ne zamanım yeter ne de zamanım" işte tam bu noktada şöyle bir soru geldi aklıma, "zaman kelimesini neden iki kere kullandım?"

Biraz düşündüm, ve de taşındım. Azcık da kaşındım. Farkettim ki; zaman herşeyin anasıdır ve tam bu yüzden de çok önemlidir. Bir sorunu çözmüştüm, ama kafama ikinci bir soru takılmıştı "zaman herşeyin anası ise herşeyin babası nedir, kimdir, necidir?"

İşte burda da şunu düşündüm, herşeyin babası yok! Evet, bunu düşündüm! O zaman nasıl olmuştu da herşey ortaya çıkmıştı?

Zamanın eşeysiz ürediği sonucuna vardım buradan. Birazcık araştırmayla eşeysiz (yani tek başına) üremenin çeşitlerini buldum..

1- Bölünme
Eğer zaman bölünerek üreseydi ortada azcık zaman kalırdı, ki bu da bi işe yaramazdı, hemen tükenirdi. bu yüzden bunu eledim..

2-Tomurcuklanma
Zamanın tomurcuklandığını düşünüyorum da, "hanım onbiri beş geçenin sağ tomurcuğunda gazetenin gelmesi gerekiyordu" gibi cümleler çok saçma olurdu, ki zaten yok, demek ki bu üreme çeşidi de hatalı!

3-Rejenerasyon
Bu zaten yenilenme, afedersiniz, bi halta yaramaz. yani yeni türler oluşturmaz!

4-Vejatatif üreme
heeeee işte geldik en önemlisine! eğer zaman vejetatif üreseydi, n'olurdu? size soruyorum! n'olurdu! cevap basit, yine herşey zaman olurdu, yani bi bok olmazdı..

5-Sporla üreme
Zamanın fiziksel bi ficudu yok ki spor yapsın? değil mi? eledik.


Bu durumda zaman ürememiştir diyoruz ve zaman aslında evrim geçirmiştir diye sallıyoruz...
Özel Arama